Bu yazı, kendi kilisesinde Peder’i tarafından takdis edilen bir arkadaşımızın Katekümenler için yapılan bir kateşizm yazısıdır,1 ingilizcesini buradan bulabileceğiniz ve türkçeye çevirirken belli noktalarda kendi editlerimi yaptığım bu yazı Ortodoks Hristiyanlık’ın hem doktrin olarak hem de ruhani anlamda nasıl bir din olduğunu özetler.
Temel Öğretiler
Katekesisin (dini eğitimin) üç temel amacı bulunmaktadır:
- Ortodoks Hristiyanlar olarak neye inandığımız konusunda eğitmek;
- Ortodoks Hristiyanlar olarak sergilememiz gereken fronema yani ruhani zihniyet konusunda eğitmek
- Ortodoks Kilisesi’nin İsa Mesih’te müşterek yaşamına entegre etmek.
Tüm bunlar, insanları Mesih’te gizemsel bir yaşam sürmeye hazırlamak ve böylece Kutsal olmak olan katekesisin nihai amacına ulaşır:
Fakat sizi karanlıktan kendisinin şaşılacak nuruna çağıranın faziletlerini ilân edesiniz diye, siz seçme nesil, mülûkâne kâhinlik, mukaddes millet, has kavmsınız
1. Petrus 2:9
Başka bir deyişle, katekesis insanları Mesih’te ilahileşmiş birliğe (Theosis’e) yönlendirir:
bizi kendi izzeti ve faziletile çağıranın bilgisi vasıtası ile onun ilâhi kudreti hayata ve takvaya ait bütün şeyleri bize vermiş olduğundan, bunlar vasıtası ile siz şehvet ile dünyada olan fesattan kurtulmuş olarak, ilâhî tabiate hissedar olasınız diye, kıymetli ve çok büyük vaitler bize verilmiştir.
2. Petrus 1:4
Ey herkesin Allah’ı, hakirliğime bak, ettiğim zahmete bak! Ve bütün günahlarımı bağışla ki, temiz yürekle, zihinde (ilahi) korkuyla ve kırılmış canla lekesiz ve tamamen pak sırlarına hissedar olayım. Her kim samimi kalple seni yiyip içerse, onlarla hayata ve Uluhiyete nail olur. Zira sen dedin, ey efendim, “Her kim bedenimi yer ve kanımı içerse, o bende kalır ben de onda kalırım”. Efendi Allah’ımın sözü doğrudur. Çünkü ilahi ve Uluhiyete nail eden lütuflardan hissedar olan kimse asla yalnız kalmaz, fakat dünyayı nurlandıran üç güneşli nurla, seninle beraber olur, ey Mesih’im.
Yeni İlahiyatçı Aziz Simeon’un (949-1022) Komünyon Öncesi Duası
Kateksise, 381 yılında İkinci Ekümenik Konsil tarafından oluşturulan ve İznik-İstanbul iman ikrarı olarak bilinen Kilise’nin resmi inanç beyanı ile başlarız:
Îman ederim bir Allah’a, her şeye kadir olan Peder’e, göğün ve yerin, bütün görünen ve görünmeyenlerin yaradanına.
Ve bir Rab İsa Mesih’e, Allah’ın biricik Oğul’una, bütün çağlardan önce Peder’den doğmuş olana. Nur’dan nur, hak Allah’tan hak Allah’a, doğmuş olup yaratılmış olmayana, Peder’le bir özde olana, her şeyin O’nun vâsıtasıyla var edilmiş olduğuna. Biz insanlar ve kurtuluşumuz için göklerden inmiş olana ve Kutsal Ruh’tan ve Bâkire Meryem’den beden almış ve insan olmuş olana. Bizler için Pontius Pilatos zamânında Haç’a gerilmiş, cefâ çekmiş ve defnedilmiş olana. Ve kutsal Yazılar’a göre üçüncü gün dirilmiş olana. Ve göklere yükselmiş olana ve Peder’in sağında oturana. Ve dirileri ve ölüleri yargılamak için izzetle tekrar gelecek olana. O’nun ki, krallığının sonu olmayana.
Ve Kutsal Ruh’a, Rab’be, hayat verene, Peder’den çıkana, Peder ve Oğul’la birlikte tapılana ve yüceltilene, Peygamberler vâsıtasıyla konuşmuş olana.
Bir, kutsal, katolik ve resûlî Kilise’ye. Günahların bağışlanması için bir vaftizi ikrar ederim. Ölülerin dirilişini, Ve gelecek çağın hayatını beklerim. Âmin.
Bu yazıda da görüleceği üzere, iman ikrarında çok derin teolojik detaylar bulunmaktadır. Allah’ın izniyle bu seriyi devam ettiren yazılarda da ekümenik konsiller, ve kilise atalarının öğretilerini özellikle mücadele ettikleri sapkın inançlar üzerinden daha da detaylı bir şekilde de anlatacağız.
Şimdilik, Ortodoks teolojisininin ana yapıtaşı olan iki temel dogmayı vurgulamamız gerek:
- Teslis’te (Yani Kutsal Üçleme’de) tek bir İlahi varlık vardır: Peder, Oğul, Kutsal Ruh.
- İman Şahidi Aziz Maksimos, Ambiguum 1 (580-662): “Ve [Kutsal] Üçleme gerçekten bir Üçlemedir, bölünebilir bir sayının toplamı değildir (çünkü bölünmeye maruz kalabilecek bir monadlar toplamı değildir), ama özünde üç kişilik Monad’ın özsel varoluşudur. Üçleme gerçekten bir Monad’dır; ve Monad gerçekten bir Üçleme’dir, çünkü özünde bir Monad ve varlığında bir Üçleme olan tek bir Uluhiyet vardır.”
- Allah’ın ebedi Oğul’u ve Kelâm’ı olan İsa Mesih, Miladın başlangıcında Kutsal Ruh’un yarattığı ve Meryem Ana’dan aldığı insanlığını kendi şahsiyetinde/kişisinde birleşmiştir, ve böylelikle hem ebedi Kelâm olarak Allah, hem de aynı zamanda da insan olarak iki doğaya/tabiata sahiptir.
- İskenderiye Başepiskoposu Aziz Kiril, İmparator Theodosius’a Ortodoksluk Üzerine Mektup (376-444): Hem gerçekte hem de tasavvurda, aynı anda hem Allah hem de insan olan tek bir Rab ve Oğul olan Mesih’i ikrar ederken aynı zamanda O’nun, eşit olmayan ve birbirine benzemeyen doğalar arasında bir bütünlük meydana getiren bir yakınlaşmanın, tarif edilemez bir birleşmenin meydana geldiğini savunuyoruz. Bu birliğin tamamen bozulamaz olduğunu savunmaya da devam ediyoruz, çünkü Biricik Oğul’un ve ilk doğanın aynı kişi olduğuna inanıyoruz: Peder Allah’ın kendi özünden ortaya çıkan Kelam’ı olduğu ölçüde Biricik Oğul’dur, insan olduğu ve ‘birçok kardeşler arasında ilk doğan’ olduğu ölçüde de insandır (Romalılar 8:29) ve bunlar aynı kişidir. “fakat bizim için bir Allah Peder, vardır; her şey ondandır, ve biz onun içiniz; ve bir Rab, İsa Mesih, vardır; her şey onun vasıtası iledir, ve biz onun vasıtası ileyiz.” (1. Korintliler 8:6). Çünkü biz, aracılığıyla her şeyin var olduğu Kelam’ın, beden aldığında, yani insan olduğunda bile, doğası gereği Allah olduğunu kabul ediyoruz.
Ayrıca Mesih’in neden beden aldığını ve beden almasının kurtuluşumuz için nasıl elzem olduğunu da anlamamız gerekir:
İskenderiye Başepiskoposu olan Aziz Athanasius’un (296/298-373) “Söz’ün Beden Alması” adlı eserinde de anlattığı üzere, Allah’ın ebedi Kelâm’ın insan olması yaratılıştan ve asli günahtan beri var olan ilahi bir ikilemi çözmek için beden aldığını anlatır. Günah hem ruhani hem de fiziksel ölüme yol açar, hatta günah ölümün ta kendisidir desek yanlış olmaz. Allah insana olan sevgisinden dolayısıyla insanın günahtan ölmesine izin veremez, ama aynı zamanda da Allah’ın ilahi adaleti de günahın sonuçları olduğunu, ve suç işleyenin cezalandırıldığını bize söyler. İlahi adalet hüküm sürerken Allah bizi nasıl sevgiyle kurtarır? Bunu ancak biricik Oğul’unu göndererek, ve Oğul’unun insan bedenine bürünerek ölümü ölümüyle yenip insanlığın günah içerisinde çürümesinden kurtararak başarabilir.
Ancak, İsa Mesih’in insan bedenine bürünmesinin bir o kadar önemli başka bir noktası daha var, o da insanlığı ve hatta tüm yaratılışı kendi şahsiyetinde Allah’la birleştirmek. Mesih Allah, Aden bahçesinden düşüş olmasa da beden alacaktı, Çünkü Mesih beden alarak Yaratılışa ilahi sevgiyi armağan eder ve böylece yaratılışı başkalaştırarak yeniden Allah’ın benzeyeşine şekillendirir. Oğul insanlığa büründüğünde, Peder’in Oğul’a olan ilahi sevgisi bunun bir sonucu olarak insanlığa armağan edilir:
Ey Peder, isterim ki, bana verdiğin kimseler de benim olduğum yerde benimle beraber olsunlar da bana verdiğin izzetimi görsünler; çünkü dünyanın kuruluşundan önce beni sevdin. Ey âdil Peder, dünya seni bilmedi, ben ise, seni bildim; bunlar da beni sen gönderdiğini bildiler. Bana olan sevgin onlarda olsun, ben de onlarda olayım diye senin ismini onlara bildirdim ve bildireceğim.
Yuhanna 17:24-26
Başka bir deyişle, yaratılış ilahi sevginin bir eylemidir ve Mesih’in beden alması da ilahi sevginin bir ifadesidir. Ancak bunun kadar temel olan bir başka şey de ilahi sevginin ifade edilmesinin bir başka yanı da Allah’ın ilahi iradesinin yerine getirilmesidir.
Allah’ın İradesini Yerine Getirmek
Hristiyan dualarının yapıtaşı olan, İsa Mesih’in bize öğrettiği duayı düşünün: “Göklerdeki Peder’imiz, Adın kutsal kılınsın, Krallığın gelsin, gökte olduğu gibi yeryüzünde de senin istediğin olsun” (Matta 6:9-10). Ortodoks Kilisesi, İsa Mesih’in Allah için “Senin istediğin olsun” sözüyle neyi kastedildiğini bizi derin bir şekilde düşünmeyi davet eder. Allah’ın iradesi ilahi sevgiyi gerçekleştirmektir – Allah’ın Suretinde yaratılmış olan biz insanlar, özgür irademizden kaynaklanan kendi eylemlerimizle ilahi sevgiyi gerçekleştiririz. Peki bu eylemler nelerdir? Bizi Mesih’le birleştiren eylemler.
Kilise geleneği aracılığıyla günümüze kadar muhafaza edilen İstanbul Başepiskoposu Altın Ağızlı Yuhanna’nın dualarından birisinde şu sözler söylenir: “Rab’bim, bana günahlarımı itiraf etme düşüncesini bahşet. Ya Rab, bana alçakgönüllülük, iffet ve itaat bahşet.” Burada kullanılan “iffet” kelimesinin yunancası “ἐκκοπὴν θελήματος” yani o kişinin iradesinin kesilmesi anlamına gelir, ve bu bağlamda bu duayı söyleyen kişi kendi iradesini değil, ancak Allah’ın iradesini yerine getirmek için dua eder (Bkz. Matta 26:39, Luka 22:42). İsihast (Hesychast) geleneğinin önemli bir parçası olan bu fikir İncil’de İsa Mesih’in sözlerinde çok bariz bir şekilde bulunmaktadır:
Ve eğer sağ elin sürçmene sebep oluyorsa, onu kes, ve kendinden at; çünkü senin için azandan birinin yok olması, bütün bedeninin cehenneme gitmesinden iyidir.
Matta 5:30
Elin veya ayağın sürçmene sebep oluyorsa, onu kes, ve kendinden at; sana çolak veya topal olarak hayata girmek, iki el veya iki ayağın olarak ebedî ateşe atılmaktan iyidir.
Matta 18:8
‘Kesip atma’ çağrışımı, şehitlikle, yani Mesih’in Çarmıha Gerilmesi ve kendi ruhani mücadelelerimizle olan bağlantısı nedeniyle çok önemlidir:
“İradenizi kestiğiniz her durumda, Allah’ın gözünde bir şehit olarak hesaba çekiliyorsunuz.”
Hesychast Aziz Yusuf (1897-1959)
İradenizin kesilmesi, şehitlik olarak kabul edilir.
Metropolit Augoustinos Kantiotes (1907-2010)
Biz sadece Rab’be Allah diyoruz, ama aslında kendi tanrılarımız var, çünkü Allah’ın isteğini değil, bedenimizin istek ve düşüncelerini, yüreğimizin isteğini, nefsimizin isteğini yerine getiriyoruz. Tanrılarımız bedenimiz, zevklerimiz, paramız, giysilerimiz ve bunun gibi şeylerdir
Kronstadt’lı Aziz Yuhanna (1829-1909)
İradeyi kesmek, orada olmaması gerekeni ortadan kaldırmaktır ki orada olması gereken olması gerektiği gibi büyüyebilsin. İradenin kesilmesi, çiçeklerin açabilmesi ve Cennet Bahçesi’nin güzelliğini sergileyebilmesi için ruhumuzun yabani otlarının ortadan kaldırılmasıyla ilgilidir.
Altın Ağızlı Aziz Yuhanna’nın (347-407) “Rab’bim, bana günahlarımı itiraf etme düşüncesini bahşet. Ya Rab, bana alçakgönüllülük, irademin kesilmesi ve itaat bahşet.” duasını tekrardan göz önünde bulundurduğumuzda belli bir sıralamanın mevcut olduğunu farkederiz:
- Kutsal Günah İtirafı gizemini paylaşmayı öğretir: “Bana günahlarımı itiraf etme düşüncesini bahşet”
- Günahlarımız itiraf ederek alçakgönüllülüğü öğrenir ve bu erdemi pekiştiririz.
- Alçakgönüllülükle irademizi keseriz.
- Ruhani Babamıza itaat ederek Cennet’teki çiçeklerin açmasını sağlarız:
- Mezmur 92:12-13 “Salih adam hurma ağacı gibi bitecektir; Lübnandaki erz ağacı gibi büyüyecektir. RABBİN evinde dikilmişlerdir; Allahımızın avlularında çiçeklenecekler.”
“Birkaç yıl önce bir büyüğümüz bir hastalıktan çok acı çekti. Sonunda huzura kavuştu [öldü] ama asla ah çekmedi. Kısa bir süre sonra, talebesi de hastalandı ve daha önce hiç hastalanmadığı için paniğe kapıldı ve iyileşebilmek için bir doktora görünmek üzere dışarı çıkmaya hazırlandı. O gece uykusunda Üstadını görmüş ve ona şöyle demiş: Evladım, eğer beni dinlemek istiyorsan, hiçbir yere gitme, acıya katlan. Burada kendi çabalarımdan hiçbir fayda görmedim, sadece hastalık bana fayda sağlamaya geldi. Burada, En Kutsal Validetullah’ın Bahçesi’nde güzelce kal ve acıya katlan. Bu senin ruhunun büyük bir fayda elde etmesini sağlayacaktır. Öğrenci sevindi ve cesaretlendi ve acıya katlanmaya başladı. Daha sonra acısında büyük bir merhamet ve sevinç hissetti, çünkü aklı kutsal şehitlerin arasında bulunuyordu ve sevinçle doldu.”
Aziz Paisios (1924-1994)
Kilise, Ruhani Hastalıklardan İyileşebileceğimiz Bir Hastanedir
Günümüzdeki hastanelerin kökeninin kiliseden geliyor olması bir tesadüf değildir, çünkü Ortodoks Kilisesinin kendisi de bir ruhani hastanedir.
İsa onlara cevap verip dedi: Sağlam olanlar değil ancak hasta olanlar hekime muhtaçtırlar. Ben salihleri değil, ancak günahkârları tövbeye çağırmaya geldim.
Luka 5:31-32
Aynorozlu üstatlar hastalık ve rahatsızlık hakkında konuştuklarında, bunun doğal yollarla bedensel rahatsızlıkla ilgili olabileceğini reddetmezler, ancak aynı zamanda Grekce de “Plani”, Slavonikce’de “Prelest” (ruhsal kuruntu/hastalık) dediğimiz şeyle bağlantılı olarak, kişinin ruhsal durumuyla da ilgili olduğunu anlamamız gerekir. Aziz Paisios’un anlattığı bir keşişin çektiği acı, belirli Aynorozlu münzevilerinin bedensel acılarıyla ilgili olabilir, ancak aynı zamanda gurur, kibir, kendini beğenmişlik ve alçakgönüllülük arasındaki çatışmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan acılar hakkında da olabilir.
Her Hristiyan, bedenini reddetmeksizin asli günahla gelen nefsani tutkulara karşı ruhani bir mücadele verir. Bu mücadelede insanın sahip olduğu en güçlü silahlardan birisi de alçakgönüllülüktür, çünkü alçakgönüllü insan kendi iradesini Allah için kesmeye her zaman hazırdır. Alçakgönüllülük dünya tarafından hor görülür. Şeytan alçakgönüllülükten nefret eder çünkü bu onu uzak tutan ruhsal bir silahtır. Alçakgönüllülük kişiyi ilahi sevgiyi gerçekleştirmeye, ilahi iradeyi ifade etmeye götürür. Bir diğer deyişle de, alçakgönüllülük insanın Allah’ın lütfu aracılığıyla ilahi armağanlara paydaş olabilmesinin bir önkoşuludur.
Bundan dolayı kim bu küçük çocuk gibi kendini alçaltırsa, göklerin melekûtunda en büyük odur.
Matta 18:4
Çünkü hayata götüren kapı dar, ve yol sıkışıktır, ve onu bulanlar azdır.
Matta 7:14
Ortodoks Hristiyanlar olarak hepimiz (keşiş olsak da olmasak da), kurtuluşa giden aynı yolda yürüyor, aynı nefsani tutkularla mücadele ediyor, aynı inanca tutunuyor ve Rab’bimiz İsa Mesih’in Bedeni ve Kanı olan aynı Kutsal Efkaristiya’yı (Kudas’ı) paylaşıyoruz. İncil’de de denildiği gibi bir Hristiyan’ın iki seçeneği vardır: Allah’a hizmet etmek ya da mammon’a (zenginlik ilahına) hizmet etmek, çünkü iki efendiye birden hizmet edemeyiz. (Matta 6:24) Ancak birinin keşiş olmaması, ona mammon’a hizmet etme ruhsatı vermez. Keşiş olmayan biri olmak sadece Allah’a bir keşişle aynı yoğunlukta hizmet etmediğimiz anlamına gelir. Hem keşiş olmayanlar hem de keşişler kendi acılarını ruhen gelişmek için bir fırsat olarak görürler. Bu, her birimizin Allah’a olan tam bağımlılığımızı fark etmemiz için bir fırsattır. Çile çekmek alçakgönüllü olmamızı sağlayan bir araçtır.
Ve seni alçalttı, ve seni aç bıraktı, ve insanın yalnız ekmekle yaşamadığını, fakat RABBİN ağzından çıkan her şeyle insanın yaşadığını sana bildirsin diye, senin bilmediğin ve atalarının bilmedikleri manı sana yedirdi.
Yasa’nın Tekrarı 8:3
İsa da cevap verip dedi: “İnsan yalnız ekmekle yaşamaz, fakat Allahın ağzından çıkan her bir sözle yaşar,”
Matta 4:4, Luka 4:4
Ruhani Savaş Ve Tövbe
Ortodoks manastırlarının koruyucusu azizi olan Mısırlı Büyük Anthony (251-356), Philokalia’da kaydedildiği üzere, fiziksel rahatsızlıklarımızdan kurtulmak için doktora gittiğimizde, doktorun bize ilaç yazdığını ve ilacın tadı kötü ve yan etkileri olsa da, yine de ilacın bizi iyileştireceğine dair inancımız olduğunu yazar. O halde ruhsal rahatsızlığımız söz konusu olduğunda, Allah’ın bize verdiği ilacı kabul etmeyerek, bu ilacın bizim acı çekmemiz için olduğunu söyleyerek nasıl ikiyüzlü olabiliriz? Çoğu zaman kanser hastalarının tedavinin hastalıktan daha kötü olduğunu söylediklerini duyarsınız. Gururumuzu ortaya koymak, kibrimizi ortaya koymak, kendimizi beğenmişliğimizi ortaya koymak bizim için kolay ve rahattır. Ancak alçakgönüllü olmak büyük acılar ve ıstıraplarla dolu bir süreçtir. Ama iyileşmek için lütufen ilahlaşmayı (Theosis’i) arzulamayacak mıyız?
Hristiyan olup Mesih’te yaşama iman edenler için ölümün ve çile çekmenin hiçbir etkisi yoktur. Katlandığımız her zorlukta, çektiğimiz her acı için lanet okumayız, öfkelenmeyiz ve dinsizler gibi davranmayız. Aksine, çektiğimiz acıların içimizde alçakgönüllülük yaratması için dua ederiz. Mesih’te ilahlaşmayı (Theosis’i) gerçekleştirebilmek için O’na olan sevgimizden ötürü zorluklara katlanırız.
Alçakgönüllülüğü arayan Hristiyanlar şehit olurlar. Dünyadaki yozlaşmadan kaçarız. Panagia’nın, En Kutsal Validetullah’ın bahçesini ararız. Ancak başımıza gelen acılar yüzünden yaşamın kendisinden kaçmayız. Başımıza gelen acılar tam da bizi Mesih’teki sonsuz yaşama götüren şeydir.
Ortodoks Hristiyan inancına geçtiğinizde bitiş çizgisine ulaştığınızı düşünmeyin. Zira şeytana karşı asıl ruhani mücadele tam da Ortodoks olduğunuzda, Ortodoksluğu yaşadığınızda, yoğunlaşır ve gerçek anlamıyla başlamış olur. Ortodoksluğu yaşamaya başladığınızda, şeytanlar inancınızı terk etmeniz için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Sizi şüpheyle dolduracaklardır. Dua ederken dikkatinizi dağıtacaklardır. Sizi günaha teşvik edeceklerdir. Sizi umutsuzluğa düşürmek, yani Mesih’e olan inancınızı kaybettirmek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır.
Ancak iblisler imanınızın sarsılmaz olduğunu, dua kuralınıza uymakta gayretli olduğunuzu, ruhani babanıza itaat ettiğinizi, tutkulara karşı mücadele ettiğinizi, sık sık günah çıkarmaya gittiğinizi ve Kudas’a paydaş olduğunuzu, Mesih’e olan güveninizin her geçen gün güçlendiğini gördüklerinde, sizi kibirli hale getirmeye çalışacaklardır. Ve işte tam da bu şekilde bir kişi “prelest” yani ruhani delüzyona yakalanmış olmaya başlar: Bu durumda olan birisi ölümü yenen kişinin kendisi olduğunu düşünerek sevinir, oysa aslında kibir yüzünden lanet çukuruna doğru serbest düşüş içinde olduğunun farkında değildir.
Ruhani savaşın galibi aslında ezelden beri bellidir çünkü O, ölümü fetheden İsa Mesih’tir. Bizim kişisel ruhsal mücadelemiz ölümü yenmek değil, Mesih’le birleşmektir çünkü Mesih sayesinde ölümden kurtulur ve sonsuz yaşama kavuşuruz. İblisler bizi Mesih’ten ayırmak, Kilise’den ayırmak, Ortodoks inancından ayırmak istiyorlar.
“Rab bazen Kendisine adanmış insanların böyle korkunç ahlaksızlıklara düşmesine izin verir zira bu günahlar arasında en büyük olan günahlardan biri olan kibiri önlemek içindir. Seni günaha ayartan unsurlar gelip geçecek ve hayatının geri kalan günlerini alçakgönüllülük içinde geçireceksin. Fakat günahlarınızı unutmayın.”
Sarovlu Aziz Serafim (1754-1833)
Aziz Serafim’in bu özlü sözünde birkaç farklı önemli unsurlardan bahsetmiştir:
- Günaha düşmek tövbe etmeyi gerektirir ve bu da Kutsal İtiraf ve Kudas Gizemlerine katılmayı gerektirir. Bu şekilde kişiye her zaman alçakgönüllülüğü pekiştirmesi ve Allah’a olan mutlak güvenini göstermesi hatırlatılır. Alçakgönüllülüğü geliştirmek kibri azaltır.
- Ölümcül günahlardan arınırken aynı zamanda da küçük günahlardan da arınırız. Örneğin kullandığımız bir ayakkabımız zaman içinde tozlanır, ama bu tozlanma nedeniyle ayakkabıyı sürekli temizleme ihtiyacı duymayız. Ancak, eğer ayakkabıyla çamura basıp kirletirsek, çoğu insan doğal olarak mümkün olduğu anda ayakkabısını temizlemeye çalışır. Bu şekilde, tövbe, günah çıkarma ve Komünyon ruhumuzu birçok günahtan tamamen temizler. Dahası, ayakkabındaki çamur temizlense de o ayakkabının kirlenmesi bir daha olmaması için bize bir hatırlatma olur.
Allah kendimizi günah işlereyek lanetlenmemizi istemez, ama kendi özgür irademizle günah işlememize izin verir. Bir babanın oğluna bisiklete binmeyi öğrettiğini düşünün. İlk başta baba oğlunun düşmemesi için bisiklete tutunur ancak bir noktada baba oğlunun kendi isteğiyle bisiklete binebilmesi için bisikleti bırakır. Bunu yaparken baba, oğlunun düşüp yaralanmasını istemez ama oğlunun bisiklet sürmeyi öğrenmesi için bunu göze alır ve izin verir. Yine de baba yardım etmek için oradadır ve oğlu düşüp yaralanırsa bu deneyimden ders çıkaracaktır.
Kendimize geçmiş günahlarımızı hatırlatmamız, bağışlanmadığımızı düşünerek kendimize eziyet etmemiz ya da umutsuzluğa kapılmamız için değildir. Aksine, geçmiş günahlarımıza vücuttaki yara izlerine bakar gibi bakarız. Günahlarımız, tıpkı bedendeki yaraların fiziksel mücadeleye tanıklık etmesi gibi, ruhsal mücadeleye tanıklık eden ruhlarımızdaki yara izleridir. Yara izleri bize mücadelelerin var olduğunu hatırlatır. Ama bundan daha fazlası: mücadelelerle sebat, uyanıklık ve yaşamı – Mesih’teki Mistik yaşamı – aşılarız.
Günahkârların çokluğundansa, salihlerin azlığı daha iyidir.
Mezmur 37:16
Her zaman aklımızda tutmamız gereken şey, sahip olduğumuz az şeyin, eğer doğruluğa ait değilse, lanetlenmemize yol açabileceğidir. Mesele sadece az şeye sahip olmak değildir. Önemli olan az olsa da doğruluğa şeye sahip olmaktır. Aynı şekilde birisi hiçbir dünyevi varlığa sahip olmadan yoksulluk içinde münzevi bir hayat da yaşayabilir, ancak bu yoksulluğun içerisinde sahip olduğu tek şey kibirse, bu hayatın ona hiçbir faydası olmaz, aksine ebedi bir azabı yani cehennemi getirir.
Kırgından önce kibir, Ve düşüşten önce mağrur ruh gelir.
Özdeyişler 16:18
Kilise ataları bize ruhani mücadelenin asla bitmeyeceğini öğretirler ve bu önemli mevzuyu unutmamamız için bize tembih ederler. Bunu kabul etmek, şeytanları korkudan titreten tek silah olan alçakgönüllülüğe ulaşmanın ve Ortodoks inancını yaşamanın ilk adımıdır. Mücadelenizde her zaman uyanık olun ve Aziz Paisios’un söylediklerini dikkate alın: “Şeytan kaybolanları değil, farkında olanları, Allah’a yakın olanları avlar.”
Her Hristiyan’ın kendi ruhani zihniyetiyle (Fronema) ilgili olarak geliştirmesi gereken şeylerden biri, ruhsal açıdan gelişmek için hoş olmayan ortamlardan ve çıkmazlardan bilinçli olarak yararlanmaktır. Herkes hayalindeki yaşamı, arkadaşlara, işe ve benzeri şeylere sahip olmayı ister, ancak bulunduğumuz durum nedeniyle umutsuzluk duygusuna kaybolmamalıyız:
Ey kardeşlerim, ne zaman çeşit çeşit tecrübelere düşerseniz, imanınızın imtihanı sabır hasıl ettiğini bilerek, bunu tam bir sevinç sayın. Ve sabır kendi işini ikmal etsin ki, bir şeyde eksiğiniz olmıyarak, kâmil ve tam adamlar olasınız.
Yakup 1:2-4
Diğer taraftan, maddi açıdan rahat olanlar ruhsal açıdan rehavete kapılmamak için uyanık olmalıdır. Kilise ataları bize kişinin ruhani durumuna karşı laubali bir tutumun aslında kişiyi kendi kendine zarar vermeye götürebileceğini öğretir. Kişi ruhani merdiveni adım adım çıkar ancak merdivenden iniş, aşağıya doğru adım atmayı değil, merdivenden düşmeyi gerektirir. Ve eğer kişi merdivenin aynı yerinde kalırsa, o zaman kişiyi merdivenden indirmek için daha fazla iblis birikecektir. Kişinin ruhani gelişimi asla sona ermemelidir; son nefesine kadar artmaya devam etmelidir. Kilise ataları bize mücadele etmeden ruhsal olarak büyüyemeyeceğimizi öğretirler. İyi ya da kötü tüm koşullar erdemleri pekiştirmek için birer fırsattır.
Bu, özünde, İnancın bize öğrettiği şeydir. Allah’a bu yüzden inanırız, Allah’ın yarattıklarıyla etkileşim içinde olduğuna bu yüzden inanırız, Mesih’in Beden Almasına bu yüzden inanırız: Allah’ın yarattıklarını Kendisiyle birleştirmek için gösterdiği İlahi Sevgi, bizim de katıldığımız, ancak alçakgönüllülükle yaklaşmamız gereken ve Mesih’e olan inancımızı korurken ve Kilise içinde mistik bir yaşam sürerken mücadele etmeden elde edemeyeceğimiz bir sevgidir.
Mesih bize Çarmıhımızı alıp taşımamızı söyler (Bkz. Matta 16:24). Bize Çarmıhı alıp bir süre taşımamızı, sonra yere bırakıp dinlenmemizi söylemiyor. Mesih bize Çarmıhı alıp taşımamızı ve taşımaya devam etmemizi söyler.
Mücadele son nefesinize kadar bitmez.
Hristiyan inancı budur. Ortodoks olmanın anlamı budur.
- Yanlış anlaşılma olmaması maksatıyla şunu söylememiz gerekir ki, bu yazıyı okuyunca birisi otomatikmen katekümen olmuyor. (Türkiye’de) Katekümen olmak için bulunduğun kiliseye (Türkiye’deki Ekümenik Patrikhane’ye) başvurmanız gerekir, bunun için de öncesinde Kiliseye en azından her pazar gelmeniz beklenir. ↩︎