Aşağıda olan yazı, İskenderiye Papa’sı (Piskopos) Aziz Athanasios’un türkçe çevrilisi de olan “Söz’un Beden Alması” (Bir diğer adıyla “Kelâm’ın Beden Alması”) kitabından bir kesit. Bu kesitte Aziz Athanasios Allah olan İsa Mesih’in neden beden alıp insan olduğunu detaylı bir şekilde öğretiyor.
2.
Dünyanın meydana getirilmesi ve her şeyin yaratılması pek çok kişi tarafından farklı ele alınmıştır ve her biri de kendi istediğini öne sürmüştür. Bazıları her şeyin kendiliğinden ve bir şans eseri meydana geldiğini söylemiştir. Örneğin Epikürcüler, kainat üzerinde bir ilahi takdir olmadığı hayaline kapılmışlardır. Bu iddialarını açık ve bariz gerçeklere rağmen yaparlar. Eğer her şey onların iddia ettiği gibi, ilahi takdir olmaksızın kendiliğinden meydana gelmiş olsaydı, her şeyin ister istemez aynı varlık olması, hatta birbirinin tıpkısı ve birbirinden farksız olması gerekirdi. Her şeyin tek bir esası olması gerekirdi ve hem güneş ile ayın hem de insanların bir el, göz ya da ayak gibi farksız olması gerekirdi. Ancak böyle bir durum olmadığını biliyoruz; işte güneş, ay ve yeryüzü ortada, benzer şekilde insan bedeni ile ilişkili olarak da ayak, el ve baş arasındaki farklılıkları gözlemliyoruz. Böylesi bir düzen, kainatın kendiliğinden meydana gelmediğini ama onları başlatan bir sebep olduğunu gösteriyor. Bu durumdan da her şeyi Allah’ın yaratıp düzene koyduğunu kavrayabiliriz.
Diğerleri -bunlar arasında Greklerin o devi Plato da vardır- Allah’ın kainatı, önceden var olan ama yaratılmamış olan bir maddeden yarattığını öne sürer. Bu iddia, nasıl bir marangoz bir şey yaratmak için önceden hazırlanmış bir ahşap parçasına ihtiyaç duyarsa, Allah’ın da önceden yaratılmış bir madde olmaksızın bir şey yaratamayacağını farz eder. Böylesi bir ifadede bulunmanın Allah’ı zayıflıkla itham ettiğinin farkında değiller. Çünkü tüm maddenin kaynağı Allah’ın kendisi değilse ve sadece önceden var olan maddelerden bir şeyler yaratıyorsa, zaten bilinen bir madde olmaksızın bir şey yaratma kabiliyetine sahip olmadığından dolayı bu Allah zayıftır. Ahşap olmaksızın kendisinden beklenen hiçbir şeyi yapma yeterliliği bulunmayan marangozun zayıflığı ile aynı durumdadır. Bu argümana göre, madde var olmasaydı Allah’ın hiçbir şey yaratması söz konusu olmayacaktı. Öyleyse sadece mevcut bir şeyden, yani zaten var olan bir maddeden demek istiyorum, meydana getirme yetisi varsa, O’nu nasıl hala “Var Eden” ve “Yaratan” olarak adlandırabiliriz? Ve eğer bu böyleyse, yani onların söylediği gibiyse, Allah onlara göre yalnızca bir el sanatları ustası olmaktan ibarettir ve eğer temelde yatan maddeye şekil veriyorsa ama maddenin kaynağı kendisi değilse, varoluşun Yaratıcısı da değildir. Eğer yaratılmış şeylerine varoluşa kavuştuğu maddeyi yaratmıyorsa, hiçbir şekilde “Yaratıcı” olarak adlandırılamaz.
Bunlardan başka diğerleri, tanrıtanımazlardan bazıları, kendi söylediklerinde büyük bir körlüğe kapılarak Rabbimiz İsa Mesih’in Peder’inin yanı sıra kendileri için başka bir yaratıcı icat ediyorlar. Çünkü Rab Yahudilere şöyle söylemiştir: “Başlangıçtan yaratan onları erkek ve dişi yarattığını, ve «Bunun için insan babasını ve anasını bıracak, ve karısına yapışacaktır; ve ikisi bir beden olacaktır, » dediğini okumadınız mı? Şöyle ki, onlar artık iki değil, fakat bir bedendirler.” Ve Yaratıcı’ya işaret ederek şunları eklemiştir: “İmdi Allah’ın birleştirdiğini insan ayırmasın.” (Matta 19:4-6) Öyleyse nasıl oluyor da Peder’le hiç ilgisi olmayan bir kainat sunmaya girişiyorlar? Çünkü Yuhanna’ya göre, eğer “Her şey O’nun ile oldu, ve olmuş olanlardan hiçbir şey O’nsuz olmadı” (Yuhanna 1:3) sözü her şeyi kapsıyorsa, nasıl olur da Mesih’in Peder’inden başka bir yaratıcı olabilir?
3.
Öyleyse bu iddialar insanların kurduğu hayallerdir. Ama Mesih’e göre olan vahyedilmiş öğreti ve iman, onların boş konuşmalarını tanrısızlık olarak damgalar. Böylece bu öğreti ve iman, ne kendiliğinden (çünkü bunda ilahi takdir yoktur) ne de önceden var olmuş bir maddeden değil (çünkü Allah bir şeye muhtaç değildir) ama Allah’ın kainatı kesinlikle hiçbir varoluşun olmadığı hiçlikten kendi Kelam’ı aracılığıyla meydana getirdiğini bilir. İşte bu Kelam, Musa aracılığıyla şöyle konuşur: “Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı” (Yaratılış 1:1). Ve o çok faydalı kitap olan Çoban (Hermas’ın Çobanı) kitabında da şöyle yazılıdır, “Her şeyden önce her şeyi yaratıp her şeye şekil veren, her şeyi yokluktan varlığa getiren Allah’ın bir olduğuna inan.” Ayrıca Pavlus da şu sözleriyle buna işaret eder: “İmanla anlıyoruz ki âlemler Allah’ın sözü ile teşkil olundular, şöyle ki, görünen şey zahir olandan olmadı.” (İbraniler 11:3). Çünkü Allah iyidir, hatta tüm iyiliğin kaynağı O’dur ve iyi olan Allah hiçbir şeyi esirgemez, yani bir şeyin varlık bulmasını çok görmez, O her şeyi bizzat Kendi Kelamı Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla yarattı. Yarattığı bu her şey arasında, yeryüzünde var olanların hepsinden, insan soyuna merhamet etti ve insan soyunun yaratılış ilkesindeki sonsuz bir canlı olmaması durumuna bakarak ona ayrıca bir armağan da verdi. Bu armağana göre, insanları yeryüzünde bulunan akıldan yoksun hayvanlar gibi değil, Allah’ın benzerliğinde yarattı (“Ve Allah dedi; Suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım; ve denizin balıklarına, ve göklerin kuşlarına, ve sığırlara, ve bütün yeryüzüne, ve yerde sürünen her şeye hâkim olsun. Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı, onu Allahın suretinde yarattı; onları erkek ve dişi olarak yarattı.” Yaratılış 1:26-27) ve onlara kendi Kelam’ının gücünden pay verdi. Öyle ki, deyim yerindeyse, Kelam’ından bir tür yansıma verdi. Böylece akıl sahibi olarak yaratıldıklarından dolayı cennetteki azizler gibi gerçek hayatı yaşayarak bu bereket içinde sonsuz kalsınlar. Ayrıca insana verilen özgür seçim hakkının herhangi bir yöne sapabileceğini bilen Allah, bu özgür irade lütfunu bir kanun ile ve belirlenmiş bir yer ile güvence altına aldı. İnsanları kendi bahçesine getirerek onlara orada bir yasa verdi. Öyle ki, eğer bu lütfu korurlarsa ve iyi olarak kalırlarsa, cennetin yaşamını elem, acı ve dert olmadan yaşayabileceklerdi. Üstelik cennette çürümezlik vaadine de sahip olacaklardı. Ama eğer suç işleyip geri döner ve günahlı olurlarsa doğalarında zaten ölümlülük olduğundan dolayı artık cennette yaşamaları mümkün olmayacaktı. Ve bundan sonra ölüme ve çürümeye mahkum olarak cennetin dışında öleceklerdi. Kitab-ı Mukaddes, Allah’ın kişiliğinde konuşarak bizi bu konularda önceden uyarır: “Ve RAB Allah adama emredip dedi: Bahçenin her ağacından istediğin gibi ye; fakat iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yemiyeceksin; çünkü ondan yediğin günde mutlaka ölürsün.” (Yaratılış 2:16-17). Burada söz edilen “ondan yediğin günde mutlaka ölürsün” ifadesi sadece fiziksel ölümle değil ama ölümün getirdiği çürüme hali dışında daha başka nasıl anlaşılabilir?
4.
Kelam’ın beden alışı üzerinde duracağımızı söyleyip neden insan soyunun kökeni hakkında konuşmaya giriştiğimizi merak ediyor olabilirsiniz. Ancak bu konu araştırma konumuz ile birebir aynıdır. Çünkü Kurtarıcı’nın bize görünmesinden söz ettiğimizde insan varlığının kökeninden de söz etmemiz gereklidir. Öyle ki İsa Mesih’in alçalışının sebebinin biz olduğumuzu ve Kelam’ın insanlara olan sevgisini hatırlatanın bizim günahlarımız olduğunu bilebilesiniz. İşte böylece Rab İsa, hem bize geldi hem de insanlar arasında göründü. Çünkü O’nun bedene bürünmesinin sebebi bizdik. Bizim kurtuluşumuz için insan bedeni alıp gelerek insan olacak kadar insanları çok sevdi. Özetleyecek olursa, Allah insanı yarattı ve çürümezlik içerisinde yaşamasını buyurdu ama önceki tezimizde de belirttiğimiz gibi, insanlar kendileri için hileler arayıp icatlara giriştikçe Allah’ın niyetini altüst edip hor gördüler. Bu şekilde önceki tehlike olan ölüm mahkumiyeti altına girdiler ve o andan itibaren de artık ilk yaratıldıkları halde kalamadılar. Tersine, yaratılış donanımlarına uygun olarak bozuldular ve ölüm onları ele geçirerek onlara hükmetti. Çünkü Allah’ın buyruğuna karşı günah işlemek insanı doğal konumuna geri getirdi. Böylece hiçlikten varlığa getirilen insan, hiçliğe dönüşmeme mücadelesi içerisinde çürümeye karşı koymak zorunda kaldı. Çünkü bir zamanlar var olmayan insan, Kelam’ın dünyaya gelmesinden ve insana olan sevgisinden dolayı var olmaya başladı. Bunu insanların Allah bilgisinden yoksun kalması izledi ve varlık göstermeyen şeylere yöneldiler. Kötülük var olmamaktır, iyilik var olmaktır çünkü insan varlığını Allah’ın varlığından alır. Ayrıca sonsuz yaşamdan da mahrum kaldılar. İşte bu parçalanma hali, ölüm ve çürüme kıskacında kalmak demekti. Çünkü insan hiçlikten yaratıldığı için doğası gereği geçicidir. Öte yandan insan, kendiliğinden var olan Allah’a benzerliğinden dolayı doğal çürümesini azaltabilir ve bozulmadan kalabilirdi – ancak elbette bu benzerliği hala koruyabilmiş olsaydı! Bilgelik kitabı tam da bundan söz ediyor: “Onun yasalarına saygılı olmak, çürümezliğin güvencesidir” (Bilgelik 6:18). İşte bu şekilde insan çürümezliğe sahip olup artık Allah gibi yaşayabilecekti. Kitab-ı Mukaddes da bu konuda şunları söyler: “Ben dedim: Siz ilâhlarsınız, Ve hepiniz Yüce Olanın oğullarısınız. Fakat insan gibi öleceksiniz; Ve reislerden biri gibi düşeceksiniz. Kalk, ey Allah, yeryüzüne hükmet; Zira milletlerin hepsine sen varis olacaksın.” (Mezmurlar 82:6-7)
5.
Çünkü Allah bizi hiçlikten yaratmakla kalmadı ama aynı zamanda Allah’a uygun bir hayat yaşamayı da Kelam’ın lütfu aracılığıyla bahşetti. Yine de insan soyu sonsuzluktan uzaklaşmış olduğundan ve İblis’in yönlendirmesiyle de çürümenin işlerine uyduğundan dolayı, onları ölüme götüren kendi çürümelerinin sebebi haline geldiler. Daha önce söylediğimiz gibi insan soyu, doğası bakımından çürümeye maruz kalmıştır ama yine de umudu vardır. Umudu Kelam ile birleşme lütfudur ve iyi olarak kalmaları halinde doğal durumlarından kurtulabilirler. İçlerinde bulunan Kelam’dann dolayı, doğal çürüme bile onlara yaklaşmadı, aynı Bilgelik kitabının söylediği gibi, “Oysa Allah insanı yok olmayacak şekilde yarattı, Allah insanı kendi doğasının suretinde yarattı. Şeytan’ın çekememezliği dünyada ölümü getirdi, Şeytan’la arkadaşlık yapanlar bu gerçekle karşılaşacaklardır” (Bilgelik 2:23-24). İşte bu gerçekleştiği gün insan öldü. Çürüme o andan itibaren insan soyuna karşı ortaya çıktı. Çürüme, tüm insan soyu üzerinde sahip olduğu doğal güçten daha fazla bir güce erişip insan üzerinde giderek çok daha büyük bir kudrete sahip oldu. Çürüme bu gücünü, Allah’ın buyruğuna karşı günah işlenmesiyle ortaya çıkan ve Allah’a karşı savrulan tehdide borçludur. Çünkü insan kendisi için belirlenen sınırlarda durmayarak günah işlemeye devam etti. Hatta çok daha ileri giderek haddini kat be kat aştı. Başlangıçtan beri kötülüğün icatçıları olarak ölümü ve çürümeyi kendi üzerlerine çağırdılar. Daha sonraları ise her türlü ahlaksızlığa dönüp her tür yasa tanımazlıkta sınırları aşarak ve tek bir kötülükle yetinmeyip zaman içerisinde birçok yeni kötülüğün yepyeni yollarını bularak günah işleme konusunda doymak bilmediler. Her yanda zina ve hırsızlık belirdi. Yeryüzü cinayet ve soygun ile dolup taştı. Kimse çürüme ve ahlaksızlık hakkındaki yasaya ilgi göstermedi. İster birey olarak yapılan olsun ister toplu olarak yapılan olsun, insanın günahlı doğasından gelen kötülük herkes tarafından devam ettirildi. Kent kente savaş açtı, ulus ulusa karşı ayağa kalktı. Tüm dünya ihtilaflarla ve savaşlarla paramparça oldu. Herkes yasasızlıkta birbiri ile yarıştı. Hatta insan tabiatına karşı olan eylemlerden bile eksik kalmadılar. Böylece İsa Mesih’in tanığı olan Resül Pavlus şöyle söylemişti: “Bu sebepten Allah onları rezalet ihtiraslarına teslim etti, çünkü onların kadınları tabiî kullanışı tabiate muhalif olana çevirdiler; ve aynı suretle erkekler de kadının tabiî kullanışını bırakarak şehvetlerinde birbirlerine kızıştılar, erkekler erkeklerle rüsvaylık ederek sapıklıklarına lâyık olan karşılığı aldılar.” (Romalılar 1:26-27).
6.
Öyleyse bu nedenlerden dolayı, yani ölümün insan soyu üzerinde kazandığı hükümden ve çürümenin insan soyunun peşini bırakmamasından dolayı, insan mahvolmaya başladı. Hem akla hem de Allah’ın benzerliğine sahip bir varlık olarak yaratılan insan, yok olmaya başladı ve Allah’ın kendi elleriyle yaratmış olduğu varlık tamamen silinmeye yüz tuttu. Çünkü daha önce de belirttiğim gibi ölüm, yasa aracılığıyla üzerimizde böyle bir şekilde hüküm kurdu. Ve yasadan kaçabilmek mümkün değildi çünkü yasa, Allah tarafından günah gerekçesiyle tesis edilmişti. Ve aslında tüm bu olanlar hem gerçekten iğrenç hem de yakışıksızdı. Bir yandan iğrençti çünkü değindiğimiz gibi bu durum Allah’ı yalancı durumuna düşürüyordu: Yani Allah, insanın Allah buyruğunu çiğneyip günah işlemesi halinde öleceği kanununu koymuştu. Ve insanın günaha düştükten sonra ölmemesi gibi bir durum, Allah’ın sözünü geçersiz kılmış olacaktı. Çünkü günah işlememiz halinde öleceğimizi söyleyip de insan ölmemesi gibi bir durumda, Allah gerçeği söylememiş, yalancı durumuna düşmüş olacaktı. Diğer yandan yakışıksızdı çünkü kendilerine akıl verilen ve Allah’ın Kelam’ına ortak edilen insanın mahvolması abesti ve çürüme yolu aracılığıyla yeniden hiçliğe döndürülmesi uygun değildi. Allah tarafından yaratılan insanın İblis’in insan üzerinden kurduğu bir düzen sayesinde çürümeye teslim edilmesi Allah’ın iyiliğine yakışmıyordu. Ve Allah’ın insan üzerindeki emeğinin, gerek insanın kendi ihmali gerekse cinlerin hilesi aracılığıyla geçersiz kılınması özellikle abesti.
O halde akıl sahibi canlıların çürüme ve mahvolm ihtimali karşısında iyi olan Allah ne yapmalıydı? Çürümenin onlara hükmetmesine ve ölümün onları zorla ele geçirmesine izin mi verecekti? Bu durumda insanın yaratılmasına ne gerek vardı? Yaratılıp yok sayılacaksa ve mahvolmaya bırakılacaksa hiç yaratılmamış olmak daha yerinde olmaz mıydı? Ancak Allah, insanı yarattıktan sonra çürümeye terk edecek olsaydı, bu terk Allah’ın iyiliğini değil, zayıflığını göstermiş olurdu. Eğer Allah’ın insanı unutması söz konusu olsaydı, bu durum Allah’ın kendi ellerinin eserinin yok olmasına izin vermesi anlamına gelecekti, bu da yine insanı hiç yaratmamış olmasının daha iyi olacağı fikri ile sonuçlanır. Çünkü Allah, eğer insanı yaratmamış olsa, kimse O’nu zayıflıkla suçlamayacaktı. Ama Allah insana biçim verip onu yoktan yarattığı an, Allah’ın kendi ellerinin eserinin mahvolmasını kabul etmesi, özellikle Yaratan’ın gözlerinden bakıldığında, imkansızdır. Böylece insan soyunun çürüme gerçeği aracılığıyla sürüklenip götürülmesine müsaade edilmemesi doğruydu çünkü çürümeye izin vermek Allah’ın iyiliğine uygun değildir ve O’na yakışmaz.
7.
Her ne kadar yapılması gereken bu olsa da öte yandan bu yapılması gerekenin Allah için uygun olması (Allah’ın adaletini sağlaması) zorunluluğu da vardı. Buna göre Allah, ölüm ile ilgili kendi koyduğu kanunlara uymalıdır. Çünkü gerçeğin Pederi olan Allah’ın bizi kayırmak ve korumak adına bir yalancı durumuna düşmesi abes olur. Öyleyse bu durumda yapılacak olan neydi ya da Allah ne yapmalıydı? İşledikleri günah için insanlardan tövbe mi talep etmeliydi? Bazıları, insanın nasıl günah sayesinde çürümeye sevk edildiyse aynı şekilde yine tövbe sayesinde çürümezliğe ilerleyebileceği iddiasını öne sürerek böyle bir tövbe talebinin Allah’a yakışacağını söyleyebilirler. Bir an için insan soyunun ölüm kıskacında kaldığını bir kenara koysak bile, bir çözüm önerisi olarak tövbe, Allah’ın kendi sözüne sadık kalmaması gibi bir durum ortaya çıkaracağından, Allah’ın kendi sözüne tutarlılığıyla ters düşecekti ve insanları günaha düşmeden önceki hallerine kavuşturamayacaktı. Tövbenin yapabileceği tek şey insanın günah işlemesini sadece kısa bir süre duraksatmak olacaktı. Çürüme gibi bir sonuç ortaya çıkmamış olsaydı ya da insan günah değil de sadece basit bir kusur işlemiş olsaydı, tövbe etmek yeterli olabilirdi. Ancan eğer günah gerçek anlamda çalışmaya başlamışsa, insan soyu artık doğal çürümenin pençesindeyse ve Allah’ın benzerliğinde yaratılma lütfunu kaybetmişse, sunulması gereken başka bir çözüm var mıydı? Veya böylesi bir lütuf ya da her şeyi yenileme planı için kainatı başlangıçta yoktan var eden “Kelam Allah”tan başka kime ihtiyaç olabilirdi? Çünkü Allah Kelamı için asıl mesele, hem çürümekte olanı çürümezliğe kavuşturmak hem de Peder’in yetkin tutarlılığına leke gelmemesini sağlamaktı. Ve her şeyden önce O, Peder’in Kelam’ı olduğundan dolayı, sonuçta hem kainatı yeni baştann yaratma kudretine sahipti hem de herkesin yerine acı çekip Peder’in huzurunda herkes için aracılık etmeye layıktı.
8.
Bu sebepten dolayı, cismi olmayan, çürümeyen ve madde olmayan Allah Kelam’ı, bizim içinde bulunduğumuz aleme girdi, zaten eskiden beri bizden çok uzak da değildi. Çünkü kainatın hiçbir noktası O’nsuz bırakılmamıştır. Kelam, Pederi ile birlikte ikamet ederken her yerde her şeyi doldurmuştur. Bu sefer ise insana olan sevgisinden dolayı alçalarak bize gelmiş ve bize Kendisi’ni göstermiştir. Kendilerine akıl verilen insan soyunun mahvolduğunu ve çürüme aracılığıyla ölümün onlar üzerinde hükmettiğini gördüğünden ve ayrıca günahın tehdidinin üzerimizdeki çürümeye sarsılmaz bir destek verdiğini ve yasanın tam olarak yerine gelmeden başarısızlığa uğramasının anlamsızlığını fark ettiğinden ve olanların, yani Yaratıcı olarak bizzat kendisinin yarattığı şeylerin ortadan kaybolmakta oluşunun çirkinliğini seyrettiğinden ve insanın nasıl azar azar günah işlemenin sınırlarını artık dayanılmaz bir seviyeye çıkarttığına tanık olduğundan, ve son olarak, insanın günaha karşı yükümlülüğünü gördüğünden dolayı, insana merhameti bol olan, zayıflığımıza acıyan, çürümemize karşı alçalan ve ölümün sömürgesine boyun eğmeyen Allah Kelamı, kendisi için bir beden, bize hiç de yabancı olmayan bir beden aldı, öyle ki, yaratılmış olanlar mahvolmasın ve Peder’in insan soyundaki işi boşa gitmesin. Çünkü o sadece beden almak için beden almadı ve sadece görünmüş olmak için görünmedi. Eğer sadece görünmüş olmak isteseydi ilahi açıklaşını başka bir yolla da yapabilirdi. Ancak bizim bedenimizi aldı ve sadece bununla da kalmıyor; koca nedir bilmeyen, pak, erkekle ilişki kurmadığından saf, lekesiz ve tertemiz bir bakireden beden aldı. Kendisi hem kudretli hem de kainatın yaratıcısı olmasına rağmen, kendi tapınağını bakirenin bedeninde hazırladı ve hem görünmek hem de orada ikamet etmek için onu kendisine bir araç kıldı. İşte buradan hareketle, herkes ölümün çürütmesinin getirdiği yükümlülük altında olduğundan dolayı, bizim bedenimize benzer bir bedeni bizden alarak ve tüm insanlık adına bu bedeni ölüme teslim ederek Peder’e kurban etti. Bunu insana olan sevgisinden dolayı yaptı, öyle ki, bir yandan insanların çürümesi ile ilgili yasayı Kendisi’nde ölenlerde ortadan kaldırsın (bu yasanın gücü, Rab’bin bedeninde sonuçlandı ve kendisi gibi olan insanlarda artık bu yasanın hiçbir etkisi söz konusu olmayacaktı) ve öte yandan, insan bedenini kendi bedeni kılıp saman çöpünü ateşten çekip kurtarır gibi diriliş lütfu aracılığıyla ölümü insan bedeninden kovsun. Ve çürümeye yüzünü çevirmiş insanları yeniden çürümezliğe çevirerek onları ölümden yaşama döndürebilsin.
9.
Çünkü insan soyunun çürümesinin ölümden başka hiçbir yolla çözülemeyeceğini, öte yandan ölümsüz olann ve Peder’in Oğlu olan Kelam’ın ölmesinin mümkün olmadığını gören Kelam, işte bu nedenle, ölebilme niteliği olan bir bedeni üzerine aldı. Öyle ki bu beden, her şeyin üzerinde olan Kelam’a katılarak herkesin yerine ölmeye elverişli olsun ve Kelam’ın insan bedeninde ikamet etmesi sayesinde beden çürümeden kalsın ve böylece diriliş lütfu aracılığıyla çürüme bundan böyle artık herkeste sona ersin. Kendi üzerine aldığı kutsal ve lekesiz bedeni ölüme bağışladığından, ölümü kendisine benzeyenlerin hepsinde benzer bir sunu aracılığıyla anında kaldırdı. Çünkü Allah Kelamı gökten geldiğinden dolayı ve kendi tapınağı, yani aracı kıldığı bedeni ve herkesin yerine sunduğu ölümü sayesinde borcu ödedi. Ve Allah’ın çürümez Oğlu olduğundan dolayı, insana benzeyen yanı – yani bedeni aracılığıyla tüm insanlıkla birleşti. Bunların sonucunda da diriliş vaadi sayesinde çürümezliği tüm insanlara giydirdi. Öyleyse Kelam insanda ikamet ettiğinden dolayı, ölümün ortaya çıkardığı çürümenin artık insan soyu üzerinde bir dayanağı yoktur. Nasıl büyük bir hükümdar büyük bir kenti ele geçirdiğinde ve oradaki evlenderken birini ikamet edeceği konut olarak belirlendiğinde, elbette bu kent yüce bir saygıya layık görülür ve artık oraya ne bir düşman ne de bir eşkıya saldırabilir hatta hükümdar artık oradaki evlerden birinde ikamet ettiği için kent büyük bir önem ve saygınlık kazanır ise tüm kainatın Hükümdarı için de aynısı söz konusudur. Bizim içinde bulunduğumuz aleme gelmesi ve sahip olduğumuz bedene benzer bir bedende ikamet etmesiyle bundan böyle insanın her düşmanına son vermiştir. Ve önceden insanı mağlup etmiş olan hem çürümeyi hem de ölümü yok etmiştir. Çünkü tüm kainatın Efendisi ve Kurtarıcısı olan Allah Kelamı, eğer ölümü bitirmek üzere aramıza gelmemiş olsaydı, insan soyu tamamıyla yok olacaktı.
10.
Gerçekten de bu muhteşem iş Allah’ın iyiliğini en harika şekilde yansıtmaktadır. Çünkü bir hükümdar, bir ev ya da bir kent inşa edecek olsa ve bu kent orada ikamet edenlerin ihmalinden dolayı bir şekilde haydutların saldırısına uğrasa, hükümdar o yeri kesinlikle kimseye bırakmaz, tersine intikamını alır ve kent sakinlerinin ihmaline aldırış etmeksizin kendi ellerinin işini kurtarır; bunu sadece kendi onurunu korumak için yapar. Benzer şekilde, tüm iyiliğin Peder’inden gelen Allah Kelamı, Kendi yarattığı ve çürümeye giden insan soyunu görmezden gelmemiştir ama kendi bedeninin kurban edilmesi aracılığıyla ölümü ortadan kaldırmış ve kendi gücüyle insanın her niteliğini yenileyerek kendi öğretişi aracılığıyla insanın ihmalini doğruya çevirmiştir. Bizzat Kurtarıcı’nın teologlarının (Kitab-ı Mukaddes’i ilahi vahiyle kaleme alan kişiler) kaleme aldığı şu sözler bizi ikna eder: “Çünkü Mesihin sevgisi bizi zorluyor; ve böyle hükmediyoruz ki hepsi uğruna biri öldü, öyle ise, hepsi öldüler; ve hepsi uğruna öldü, ta ki yaşıyanlar artık kendileri için değil, fakat kendileri uğruna ölen ve kıyam eden için yaşasınlar.” (2. Korintliler 5:14-15). Ve bir başka yerde şöyle diyor: “Fakat meleklerden biraz aşağı kılınmış olanı, İsa’yı, Allah’ın inayetile her adam için ölümü tatsın diye, ölüm elemi sebebile izzet ve hürmet tacı giydirilmiş olarak görüyoruz.” (İbraniler 2:9). Sonra neden “Allah Kelamı”ndan başka hiçbir şeyin vücut alamayacağı gerekliliğine şöyle işaret eder: “Çünkü çok oğulları izzete getirirken, onların kurtuluş reisini elemlerle kemale erdirmesi, bütün şeyler kendisine ve kendi vasıtası ile olana münasipti.” (İbraniler 2:10). Bu sözler şunu anlatır: İnsanı başlangıçta yaratmış olan “Allah Kelamı” haricinde hiç kimse insanı, çürüme belasından çekip çıkartamaz. Ve bizzat Kelam’ın, kurban olarak sunmak üzere onlarınki gibi bir beden aldığı şu ifadelerle anlatılır: “İmdi, çocuklar kana ve ete şerik olduklarından, kendisi de bu şeylere aynı suretle hissedar oldu; ta ki, ölüm kuvvetine malik olanı, yani, İblisi, ölüm vasıtası ile iptal etsin; ve yaşadıkları bütün müddetçe, ölüm korkusu ile köleliğe tâbi olanların hepsini azat etsin.” (İbraniler 2:14-15). Çünkü kendi bedeninin kurban edilmesi sayesinde bize karşı olan yasaya son verdi ve diriliş ümidini sağlayarak bizim için yaşamın kaynağını yeniledi. Çünkü insanın ölümü nasıl insan soyunu sona erdirdiyse, yine bu sebepten dolayı “Allah Kelamı”nın beden alması aracılığıyla ölüm sona erdi ve yaşama diriliş gerçekleşti – tam da Mesih’i taşıyan Pavlus’un söylediği gibi: “Zira mademki ölüm insan vasıtası ile geldi, ölülerin kıyamı da insan vasıtası ile oldu. Çünkü nasıl cümlesi Âdem’de ölüyorlarsa, öylece cümlesi Mesih’te diriltileceklerdir.” (1. Korintliler 15:21-22). Çünkü artık mahkum olanlar gibi ölmüyoruz ama dirilecek olanlar gibi herkesin toplu dirilişini bekliyoruz; dirilişi sağlayan ve bahşeden Allah bunu “belirlenen zamanda ortaya çıkaracaktır” (1. Timoteos 6:14; Titus 1:3).
İşte bu anlattığımız, Kurtarıcı İsa Mesih’in beden alışının ilk sebebidir.